dda mimarlık hizmetleri   Ahşap Sandalye

ZEITZ MOCAA/ CAPE TOWN, GÜNEY AFRİKA

Afrika, genelde çağdaş sanat denince akla ilk gelen yerlerden biri değildir. Fakat Güney Afrika’da bulunan Zeitz MOCAA (Zeitz Museum Of Contemporary Art Africa) dünyanın en büyük çağdaş sanat müzeleri arasında yer alıyor. Cape Town’da bulunan yapı, yoğun sirkülasyona ve kamusallığa sahip rıhtım bölgesinin eksikliğini çektiği kültür yapısını tanımlıyor ve Zeitz Vakfı’na ait, Afrika’da üretilmiş çağdaş sanat koleksiyonlarına ev sahipliği yapıyor.

Yapı, 33 metre yüksekliğinde, 5,5 metre çapında 42 beton silindirden oluşan bir tahıl silosunun nasıl dünyanın en modern müzelerinden birine dönüşebileceğini gösteriyor. Stüdyo Heatherwick, dönüşümü gerçekleştirirken toptan yıkıma başvurmak yerine siloların endüstriyel karakterini korumaya karar vermiş ve sadece gerekli olduğu kadar müdahale etmiştir. Tarihi dokuya saygılı bir şekilde yaklaşılmıştır, tarihi yapı yok edilmeden çağdaş bir şekilde yorumlanmış ve tekrar kullanıma açılması sağlanmıştır.

1921 yılında inşa edilen kompleks, şehrin gerek kültürel gerekse tarım ve endüstri mirasının en önemli simgelerinden biri. Yarım yüzyıldan uzun süredir Afrika’nın güneyinin en uzun binası olma unvanına sahip olan yapı, 2001 yılına kadar kıtanın ekonomik kalkınmasında kilit rol oynadı. İdeal olarak, asla kullanımdan çıkmayacak, asla yıpranmayacak, her zaman var olacak şekilde tasarlanmıştı. Ne yazık ki 2001 yılında gerçekleşen yağmalamanın hemen ardından kullanılmayacak hale geldi ve nihayetinde yıllarca sel tarafından tahrip oldu, uzun yıllar terk edilmiş halde kaldı.


Tasarım ekibi “Etkileyici bir cephe yapmak yerine, nasıl zorlayıcı bir iç mekan yapılabileceğini merak ettiklerini” ifade etmiştir. Yapıyı tonozlu bir katedrale benzeten ve yaptıkları işin, inşa etmekten ziyade sökmek olduğunu söyleyen ekip, proje sürecini bir tür arkeolojik kazıya benzetiyor.

Zeitz MOCAA bir derecelendirme kulesi ve 42 silo olmak üzere iki ana bölümden oluşuyor ve “42 adet dikey beton boru, çağdaş kültürün deneyimlenebileceği bir mekana nasıl dönüşür?” sorusuna cevap veriyor.

Stüdyo, büyük sosyal alanlar yaratmak ve havadar pencerelerden gelen ışık miktarını artırmak için sıkı bir şekilde dizilmiş tüpleri, dikdörtgen şekillerde oyulmuş açık alanlara dönüştürdü. Galeriler için geniş alanların temizlenmesi gerekiyordu, ancak binanın boru şeklindeki yapısının da tamamen ortadan kaldırılmamasına özen gösterildi. Heatherwick: “Gözün anında tahmin edemediği bir şeyi yapmamız gerektiğini fark ettik” dedi. “Rolümüz, yapıcı olmaktan ziyade imha etmekti, ancak güvenli bir şekilde imha etmeye çalışıyor ve binayı anıtsal bir yapı olarak görüyorduk.”


Zeitz MOCAA’nın atriumu, Gaudi’nin Sagrada Familia’sını hatırlatıyor ve  müzenin merkezi toplantı salonu olarak hizmet veriyor. Bir zamanlar birbirinden farklı, kasvetli hacimlerden oluşan binada Heatherwick, siloları ışık ve gölgeden oluşan kaleidoskoplara dönüştürmüş, beton çatıları temizlemiş ve kalın duvarlı binanın iç kısmındaki derinliklere kadar günışığını taşımıştır.

Camla kaplı oval asansörler, oyulmuş boruların uzunluğunda süzülürken; ziyaretçiler farklı derinliklerdeki merdiven ve yolları görebilirler. Bodrum katında da diledikleri siloların temelleri üzerinde durarak, düzinelerce oyulmuş hacimler ve galeriden gökyüzüne bakabilirler.

Müzenin üstündeki altı kata yerleşen “The Royal Portfolio Hotel” ise, bir zamanlar tahılların kamyonlardan yapının üst kısmına taşınarak orada tartılıp torbalandıktan sonra dağıtıma hazırlandığı tahıl asansörü bölümünde bulunuyor. Cephe ve üst kattaki otelleri oluştururken binaya ışık almak isteyen mimarlar, Venedik hava üflemeli cam fenerlerinden esinlenen geometrik dışbükey pencereler tasarladı.


Elmas benzeri pencereler beton cepheleri canlandırırken, müzenin otel ve restoranındaki ziyaretçiler için sürekli değişen açılarda gün ışığı sağlıyor. Gece olup ışıklar açıldığında, pencereler bir bütün olarak tahıl silosu için düşünülen bir başka fonksiyonu da karşılıyor: Atlantik Okyanusu’ndan gelen gemiler için bir deniz feneri.

Yapının mimarları tasarımı şu şekilde aktarmışlardır:

İlk zorluk, oldukça eski olan mevcut binaya saygılı olmak istememizdi. Rıhtımda çok güçlü bir sembolü vardı ve içinde hareket ettiğinizde hissedilen bir ruh hali vardı, bu yüzden ne yapacaksak yapalım müdahale ile mevcut yapı arasında simbiyotik bir ilişki olması gerekiyordu.

İkinci zorluk daha çok insanlar için nasıl bir alan yarattığımızdı. Binanın çoğunluğu tahıllar için depolama bölmesiydi -içinde insanların olması için tasarlanmamıştı. Öyleyse insanların ve sanatın ihtiyaç duyduğu alanları, mevcut binayı ortadan kaldırmadan ortaya çıkaracak şekilde nasıl yaratabilirdik?

Üçüncü zorluk, mevcut binanın gerçek inşaatıydı. Neredeyse 100 yaşında olan depolama ekinde kayma vardı. Betonun maksimum sertliğine ulaşması 100 yıl alır, bu nedenle yapının beton elemanları inanılmaz derecede sertti, diğerleri ise bozulma ve diğer yapısal kusurlar nedeniyle çok zayıftı. Aynı anda sert ve yumuşak bir yapıyı oymak, gerçek bir meydan okumaydı ve neredeyse arkeolojiydi -katmanları ve tarihi ortaya çıkarmak  ardından tasarımı buna göre ayarlamak ve uyarlamak zorundaydık.

Zeitz MOCAA


Projeye ilk baktığımızda henüz bir program ya da fonksiyon yoktu. Bir bakıma proje binaydı – nasıl yeniden inşa edilecekti – ayrıca müşteriyle ve binanın kendisiyle sohbetti, hangi işlevlerin uygun olabileceğini onların bize bildirmelerini istedik. Karşı çıkacak bir şeye sahip olmak her zaman heyecan verici idi.  Yeniden tasarlanmaya uygun geniş alanları olan tarihi binaların dönüşümlerinin aksine, bu binaya eklenecek hiçbir şey yoktu. Proje, oyulmuş bir iç mekan hayal etmekle başladı.

Müzenin, sanatın geleceği üzerindeki etkisi üzerinde büyük tartışmalar yapıldı. Ancak bu müzeye özgü olan, onun yeriydi: Zeitz MOCAA, Afrika kıtasında türünün ilk örneği. Güney Afrika’nın Cape Town bölgesinde inşa edilen bu müzenin etkisi dünya çapında hissedildi. Müzenin açılışı, çağdaş Afrikalı sanatçılar için yeni bir çağa işaret etti.

Puma’nın eski CEO’su Jochen Zeitz ve Londra merkezli Heatherwick Studio tarafından tasarlanan müze, büyüklüğü, mimarisi ve ileri teknoloji ürünü sanatıyla “Afrika’nın Tate Modern’i” adını aldı. 

John Zeitz, daha iyi bir yer olmaması nedeniyle eserlerini yurtdışında sergileyen tüm Afrikalı sanatçıların evine dönmesini istemişti. 2001’de kullanım dışı kalan bu bina, onun desteğiyle Afrikalı sanatçılar için bir umut ışığı haline geldi.

Müze, tarihi yapı ile bütünleşmiştir ve onun karakterine saygılıdır, ancak kendi özel atmosferine de sahiptir. Ayrıca tahıl silolarının karakterini markasına ve sergilere de yansıtmıştır.

Konu hakkında henüz bir yorum yapılmamış, ilk yorumu siz yapmak ister misiniz?

Sizde Yorum Yapın